16 Şubat 2018 Cuma

Kütahyalı ressam Ahmet Yakupoğlu’na vefa
TOKİ, resimlerini iki ciltte bir araya getirdi

Ahmet Yakupoğlu'nun bir tablosu
Kütahya/ Muhabir TR

Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) Kütahyalı ressam Ahmet Yakupoğlu’nun tablolarını iki cilt olarak yayımladı. Eserin Yayın Koordinatörlüğünü Ömer Arısoy, Editörlüğünü Ömer Faruk Şerifoğlu, tasarımını ise Salih Pulcu üstlenmiş.

TOKİ Başkanı M. Ergün Turan, kitabın “Sunuş” kısmında şunları kaydediyor:

Ahmet Yakupoğlu
“Ressam Ahmet Yakupoğlu, Cumhuriyet dönemi sanat ortamının en üretken ve sıra dışı karakterlerinden biridir. 1945 yılında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdikten sonra memleketi Kütahya’ya dönerek kendine has bir dünya kuran ve uzun yıllar resimlerine imza atmaktan bile çekinen Ahmet Yakupoğlu, geleneklerine bağlı, çalışkan, titiz, samimi, mütevazı, memleket sevdalısı, şöhretten kaçınan, derviş-meşrep bir ressam ve gönül ehli bir musikişinastır.”

Hikâye yazarı Mustafa Kutlu, Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan “Ressam Yakupoğlu” başlıklı yazısında, kitap hakkında şu bilgileri veriyor:

“Kitabın birinci cildinde İstanbul’a dair resimler; ikinci cildinde ise başta Kütahya olmak üzere Bursa, Konya, Amasya, İzmir, İskenderun gibi Anadolu şehir ve kasabalarını konu alan tablolar yer alıyor.

Karakalem ve suluboya çalışmalarının yanı sıra güçlü bir yağlıboya ressamı olan Ahmet Yakupoğlu, hocası Prof. Dr. A. Süheyl Ünver üzerinden resim sanatımızın büyük üstadı Hoca Ali Rıza Bey’e bağlanmış ve Hoca Ali Rıza ekolünün çağımızdaki temsilcisi olarak kabul görmüştür.

Yakupoğlu’nun resimlerinin aydınlık, gürbüz, parlak bir dili vardır. Sisli ve karanlık resme rastlanmaz. O zaten esasen bir manzara ve daha çok şehrin geleneksel dokusunu, bina ve sokaklarını tasvir eden; bununla tarihe not düşen, âdeta bir arşiv malzemesi bırakan sanatçıdır.

Memleketi Kütahya’da yaptığı imar, restorasyon, müzecilik ve çevrecilik faaliyetlerini muhtemelen en fazla Kütahyalılar biliyor; ama musikişinaslığı, özellikle neyzenliği, minyatür ustalığı ve ressamlığı ile daha geniş bir çevre tarafından tanınmıştır.

Yetiştirdiği yüzlerce sanatkârla neyzenliğin bu günkü yaygınlığında payı vardır. Büyük çoğunluğu kent görünümleri olan 5 bine yakın eserle de İstanbul ve Kütahya başta olmak üzere Anadolu şehir kültürümüz için görsel bir hafıza oluşturarak, bu şehirler gibi kendi adını da ölümsüzleştirmiştir.

Yakupoğlu, 1920 yılında Kütahya’da doğdu. 1941’de Prof. Dr. Süheyl Ünver’in Kütahya’yı ziyaretinde kendisiyle tanıştı. Onun delâleti ile Güzel Sanatlar Akademisi resim bölümüne girdi; Feyhaman Duran atölyesinden mezun oldu. Bu arada Süheyl Ünver’den minyatür; Ressam Halil Dikmen’den ney öğrendi.

Resmî vazife almadan Kütahya’da yaşadı; İstanbul ve Kütahya’yı geleneksel yapı ve dokusu ile resmetti.

Resimdeki tutumunu şöyle ifade etmektedir:

“Tabiatı öğrendikten, tabiata yöneldikten ve onun güzelliklerini anladıktan sonra başka bir şeyi uydurmaya hacet kalmadı. Tabiat, zaten her şeyin güzellini yapıyor. Biz, ancak onun çömezi olarak onu temsil etmeye çalışıyoruz. İnsanlara, topluluklara, şehir hayatında yaşayanlar, kırlardan tabiat güzelliklerinden, yeşilliklerden, sulardan uzak kalmış insanlara bu güzellikleri aksettirmeye gayret ediyoruz. Sanatımız budur. Bu gün her türlü resim yapılıyor. Sanat bir yerde durmuyor. Nasıl ki devir devir sanatlar şekillenmiş, başka mecralarda temsil edilmeye çalışılmışsa da bu gün bizim anladığımız manâda klasik sanat, nadiren temsil edilmektedir. Bu gün ne olduğu anlaşılmayan abstre resimler, sanattaki anarşinin ifadeleridir. Onun için bizim istikametimiz tabiat; çünkü Allah’ın yaptığı şey, en güzeli ve doğrusudur. Yani şekil mi istersin, renk mi istersin, uydurmaya gerek yok, zaten hazır.”

Eserde Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar, Prof. Uğur Derman, Beşir Ayvazoğlu, Şener Öztop, Hasan Ali Göksoy, Cinuçen Tanrıkorur, Sinan Uluant, D. Mehmet Doğan ve Pınar Yazkaç’ın Yakupoğlu’na dair hatıraları ve incelemeleri yer alıyor.

Yakupoğlu, İstanbul’da bilhassa Boğaziçi’ni çok işlemiştir. Yalılar, köşkler, konaklar, saraylar, çeşmeler, sebiller, camiler, sokaklar ile “eski İstanbul” baştan başa gözümüzde canlanır. Binalar yanında serviler, çınarlar, erguvanlar ile harika manzaralar görürüz.

Ömrünün son on yılını hastalıkla geçiren ressam, bu kitabın basımını göremeden 96 yaşında vefat etti.”








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder